Çevre ve Orman bakanlığının hazırladığı Levent Kırca'nın oynadığı kısa film.
11 Mayıs 2011 Çarşamba
Atatürk'ün çevre sevgisi-Yürüyen Köşk
ÇATISINA YANINDAKİ ÜNLÜ ÇINARIN DALLARI DEĞEN KÖŞK, ÇINARIN DALLARINI KESMEMEK İÇİN RAYLAR ÜZERİNDE KAYDIRILDI.
21 Ağustos 1929 tarihinde Atatürk’ün talimatıyla yapımına hemen başlanan köşk, 12 Eylül 1929’da tamamlandı.
Konuya Araştırmacı Yazar Ahmet Akyol’un yayınladığı Atatürk ve Yalova isimli kitaptaki anlatımıyla açıklık getirelim.
13 Eylül 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde: “ Gazi Hazretleri’nin Yalova Millet Çiftliği’nde inşa edilen köşkü ikmal edilmiştir.” şeklinde konuyla ilgili haber yer almaktadır.
Bu habere göre köşk, Atatürk’ün yapılsın dediği 21 Ağustos’tan 22 gün sonra tamamlanmıştır.
Ancak, bu köşkün tanınmasına sebep olan asıl olay, bulunduğu yerden biraz doğuya doğru kaydırılması oldu.
Atatürk, 1930 yılında, (olasılıkla Haziran ayı içinde), bir gün köşke gittiğinde, orada çalışanlar, yandaki çınar ağacının dalının köşkün çatısına vurduğunu, çatı ve duvara zarar verdiğini söyleyerek, çınarın köşke doğru uzanan dalını kesmek için izin istediler.
Atatürk ise, çınar ağacının dalının kesilmesi yerine, binanın tramvay rayları üzerinde biraz ileriye alınmasını emretti.
Bu görev, İstanbul Belediyesi’ne verildi.
O sıralarda, Belediye Fen işleri Müdürü Yusuf Ziya (Erdem) Bey’di.Onun direktifleriyle, Fen İşleri Yollar Köprüler Şubesi sorumluluğu üstlendi. Başmühendis Ali Galip (Alnar) Bey, yanına aldığı teknik elemanlarıyla Yalova’ya gelerek çalışmaya başladı.
Önce, bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılarak, temel seviyesine inildi. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları, binanın temeline yerleştirildi.Santim santim yapılan çalışmalar sonunda bina, temelin altına sokulan raylar üzerine oturtuldu.
Atatürk, zaman zaman bu çalışmaları izliyordu. O günlerde, Paris Büyükelçisi olan Fethi (Okyar) Bey, kendisini ziyarete geldi. Fethi Bey, hatıralarında bu ziyaret sırasında köşkte yapılan çalışmalarla ilgili olarak şunları anlatmıştır :
“...24 Temmuz 1930 günü öğleden sonra Gazi, beni otomobille Yalova’daki çiftliklerini gezdirdi. Araziyi, yapılan binaları ve altına kızaklar konarak bir küçük köşkün mevkiini beş on metre değiştirmek için nasıl çalışıldığını gördük. Sonra köşkün yanında kurulmuş olan eski sultanlara ait iki güzel çadırın içinde istirahat ettik. Çadırların her biri nefis sanat eseri idi. Biraz istirahattan sonra, otomobil ile Yalova kaplıcalarına döndük.”
Şehremaneti Fen Heyeti (Belediye Fen İşleri), 7 Ağustos 1929 Perşembe günü Yalova’ya bir gezi düzenledi. Bu geziye İstanbul’da bulunan bütün mimar ve mühendisler davet edildi. Köşkün yürütme çalışması, olasılıkla Atatürk’ün isteğiyle, mühendislerin önünde yapılacaktı.
8 Ağustos 1930 Cuma günü öğleden sonra saat 15 00 civarında, yürütme çalışması başladı. Bu çalışmayı Gazi Hz. (Atatürk), kız kardeşi Makbule (Atadan ) Hanım, Vali Vekili Muhittin (Üstündağ) Bey, Emanet Fen Müdürü Yusuf Ziya (Erdem) Bey, İstanbul’dan gelen mühendisler ve gazeteciler izlediler.
Köşkün yürütülme işlemi iki safhada yapıldı.
8 Ağustos 1930 Cuma günü, öncelikle yapının teras bölümü ( toplantı salonu olarak kullanılan, üç yanı camlarla kaplı bölüm) kaydırıldı. Geri kalan iki gün içinde de, ana binanın raylar üzerinde yürütülmesi işlemi tamamlandı ve bina, 5 metre kadar doğuya kaydırıldı.
Böylelikle köşk yıkılmaktan, çınar ağacı kesilmekten kurtuldu.
Gerçekte, burada önemli olan köşkün yürütülmesi değil, verilmek istenen mesajdı. Atatürk, Yalova’daki bir çınar dalını bahane ederek tüm kamuoyuna bir mesaj vermek istemişti. Yoksa, küçük bir binayı yıkıp, yerine yenisini yapmak çok daha kolaydı.
yuruyenkosk.com
Akdeniz'i Koruyoruz
Asırlardır kıyılarından medeniyet eksik olmayan Akdeniz, dünyanın en özel denizlerinden biridir. Üç kıtayı birleştiren ve olağanüstü zenginlikte bir canlı çeşitliliğine sahip olan bu özel denizin, dünya okyanuslarının ekosisteminde de çok önemli bir rolü bulunur.
Tuz açısından zengin ve sıcak suları birçok deniz canlısına üreme alanı sağlarken; Atlantik Okyanusu'ndan, hatta binlerce kilometre öteden bile tanımlanabilecek ölçüde besin ve plankton taşır.
Mavi yüzgeçli orkinoslar gibi değerli balıkların göç yolu bu sulardan geçer. Yeşil kaplumbağalar ve Akdeniz foku gibi nadir türlere de ev sahipliği yapar.
Dünya denizleri alanının sadece yüzde birini kapsamasına karşın, sularında bölgeye özgü çok sayıda türü ve ekonomik değeri yüksek balık stoklarını barındırır. Bazı yerlerinde 5000 metreye ulaşan derinliği, sıcak ve soğuk deniz yaşam formları sağlar.
Sadece deniz canlıları değil, on dokuz ülkenin sınırının olduğu 46bin kilometrelik kıyı şeridiyle milyonlarca insan için de yaşamın kaynağını oluşturur.
Kısacası okyanus sisteminin belki küçük ama son derece önemli bir parçasıdır.
Akdeniz mi? Ölü Deniz mi?
Akdeniz'in sahip olduğu bu güzellikler ve zenginlikler bugün bir çok tehditle karşı karşıya. Aşırı ve yasadışı balık avcılığı, akuakültür, iklim değişikliği, yabancı türler, kirlilik, gemi trafiği, turizm ve hızla artan insan nüfusu gibi tehditler, bu güzel ve değerli ekosistemi yok etmek üzere.
Aşırı avlanma nedeniyle balık stokları tükeniyor. İklim değişikliği, içide barındırdığı türlerin yapısını değiştiriyor, turizm ve kontrolsüz kıyısal yapılaşma kıyılarını tahrip ediyor, sularını kirletiyor. Görece olarak küçük ve neredeyse tamamen kapalı bir deniz olması nedeniyle suları çok yavaş yenileniyor. İnsan eliyle yaratılan kıyısal tahribatın geri dönüşü ise bir çok yerde artık mümkün değil!
Hemen Bugün Deniz Rezervleri!
Bütün bu tehditlere rağme Akdeniz'in sadece yüzde 1'den küçük bir alanı koruma altında. Doğal yenilenme ve var olma yeteneğinin çok üzerinde bir sömürü devam ederken yüzde birlik bu koruma, bilimin önerdiği % 20 ila 50'lik bir alanın yanında cılız bir haykırış gibi. Varolan bu koşullarda gelecek nesillere sağlıklı ve üretken bir deniz bırakmamız mümkün değil.Bu nedenle Akdeniz'i ve geleceğimizi kurtarmak için acilen "Deniz Rezervleri"nin kurulması gerekiyor.
Akdeniz için Var mısın? Yok musun?
Diğer tüm Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de denizlerinin ve barındırdığı değerli kaynakların, aşırı ve yasadışı avlanma, kirlilik, yapılaşma, küresel ısınma gibi tehditlere karşı acilen korunması gerekiyor.
Bu ekolojik satranç oyunundan galip çıkmanın tek ve en etkin yolu geniş ölçekli deniz rezervleri yaratmak. Ancak bu sayede deniz canlıları ve yaşam alanlarını korumak, balık stoklarının hızla azalmasını durdurmak mümkün olacak.
Çevre ve Orman Bakanlığı bu konuda da acilen harekete geçmeli ve kıyılarımızda geniş ölçekli bir 'deniz rezervleri ağı' oluşturmalıdır. Bunu sağlayabilmek için, hepimizin bunu talep etmesi gerekiyor. Bu nedenle sizleri denizlerimizdeki yok oluşu durdurmak için son şansımız yaratmaya, "Akdeniz için Varım" diyerek imza kampanyamıza katılmaya davet ediyoruz. Greenpeace
Tuz açısından zengin ve sıcak suları birçok deniz canlısına üreme alanı sağlarken; Atlantik Okyanusu'ndan, hatta binlerce kilometre öteden bile tanımlanabilecek ölçüde besin ve plankton taşır.
Mavi yüzgeçli orkinoslar gibi değerli balıkların göç yolu bu sulardan geçer. Yeşil kaplumbağalar ve Akdeniz foku gibi nadir türlere de ev sahipliği yapar.
Dünya denizleri alanının sadece yüzde birini kapsamasına karşın, sularında bölgeye özgü çok sayıda türü ve ekonomik değeri yüksek balık stoklarını barındırır. Bazı yerlerinde 5000 metreye ulaşan derinliği, sıcak ve soğuk deniz yaşam formları sağlar.
Sadece deniz canlıları değil, on dokuz ülkenin sınırının olduğu 46bin kilometrelik kıyı şeridiyle milyonlarca insan için de yaşamın kaynağını oluşturur.
Kısacası okyanus sisteminin belki küçük ama son derece önemli bir parçasıdır.
Akdeniz mi? Ölü Deniz mi?
Akdeniz'in sahip olduğu bu güzellikler ve zenginlikler bugün bir çok tehditle karşı karşıya. Aşırı ve yasadışı balık avcılığı, akuakültür, iklim değişikliği, yabancı türler, kirlilik, gemi trafiği, turizm ve hızla artan insan nüfusu gibi tehditler, bu güzel ve değerli ekosistemi yok etmek üzere.
Aşırı avlanma nedeniyle balık stokları tükeniyor. İklim değişikliği, içide barındırdığı türlerin yapısını değiştiriyor, turizm ve kontrolsüz kıyısal yapılaşma kıyılarını tahrip ediyor, sularını kirletiyor. Görece olarak küçük ve neredeyse tamamen kapalı bir deniz olması nedeniyle suları çok yavaş yenileniyor. İnsan eliyle yaratılan kıyısal tahribatın geri dönüşü ise bir çok yerde artık mümkün değil!
Hemen Bugün Deniz Rezervleri!
Bütün bu tehditlere rağme Akdeniz'in sadece yüzde 1'den küçük bir alanı koruma altında. Doğal yenilenme ve var olma yeteneğinin çok üzerinde bir sömürü devam ederken yüzde birlik bu koruma, bilimin önerdiği % 20 ila 50'lik bir alanın yanında cılız bir haykırış gibi. Varolan bu koşullarda gelecek nesillere sağlıklı ve üretken bir deniz bırakmamız mümkün değil.Bu nedenle Akdeniz'i ve geleceğimizi kurtarmak için acilen "Deniz Rezervleri"nin kurulması gerekiyor.
Akdeniz için Var mısın? Yok musun?
Diğer tüm Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de denizlerinin ve barındırdığı değerli kaynakların, aşırı ve yasadışı avlanma, kirlilik, yapılaşma, küresel ısınma gibi tehditlere karşı acilen korunması gerekiyor.
Bu ekolojik satranç oyunundan galip çıkmanın tek ve en etkin yolu geniş ölçekli deniz rezervleri yaratmak. Ancak bu sayede deniz canlıları ve yaşam alanlarını korumak, balık stoklarının hızla azalmasını durdurmak mümkün olacak.
Çevre ve Orman Bakanlığı bu konuda da acilen harekete geçmeli ve kıyılarımızda geniş ölçekli bir 'deniz rezervleri ağı' oluşturmalıdır. Bunu sağlayabilmek için, hepimizin bunu talep etmesi gerekiyor. Bu nedenle sizleri denizlerimizdeki yok oluşu durdurmak için son şansımız yaratmaya, "Akdeniz için Varım" diyerek imza kampanyamıza katılmaya davet ediyoruz. Greenpeace
İkinci Çernobil mi?
Japonya'daki Fukuşima nükleer santralı artık saatli bomba gibi. 3 aşamalı bir planı devreye sokan Japonlar reaktörleri soğutmak için ölümüne çalışıyor. Ancak dünden itibaren kritik 48 saate girildi. Yeni Çernobil'e ramak kaldı ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Yukiya Amano, "Durum çok ciddi" deyip Japonya'ya gitti. Japonya nükleer tehdit derecesini de 5'e yükseltti. ABD'nin batı kıyısında da çok düşük yoğunlukta radyasyon tespit edildi.
"Durum çok ciddi"
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Yukiya Amano, "Durum çok ciddi" deyip Viyana'dan Japonya'ya gitti. Fransa Radyolojik Koruma ve Nükleer Güvenlik Enstitüsü uzmanı Thierry Charles, "Önümüzdeki 48 saat kritik olacak. Fakat pazar gününden beri hiçbir çözümün işe yaramadığını görüyorum. Durum çok riskli. Ancak herşey kaybedilmiş değil. Japonlar hâlâ bir yol bulabilir" dedi.
RADYASYON ABD'DE
ABD'nin batı kıyısında, Japonya'nın Fukuşima nükleer santralinden geldiği tahmin edilen çok düşük yoğunlukta radyasyon tespit edildiği bildirildi. Diplomatik kaynaklar, radyasyon seviyesinin, insanlara zarar verecek düzeyden çok uzak olduğunu söyledi. CNN TURK
TÜRKİYE'Yİ ETKİLER Mİ?
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Japonya'da yaşanan tsunaminin ardından nükleer elektrik santralindeki radyasyon sızıntısıyla ilgili Türkiye'nin çepeçevre 99 yerinde ölçümler yapıldığını söyledi.
Ölçümlerin an be an online sistemle aktarıldığını dile getiren Yıldız, "Net bir dille söyleyebiliriz ki böyle bir yansıma söz konusu değil." dedi
ensonhaber.com
Erozyon
Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de toprak kaybı sürecinin en önemli etkeni erozyondur. Arazi eğimi, iklim, bitki örtüsü ve toprak özelliklerinin etkileşimi sonucu oluşan doğal erozyonun yanısıra, insanın doğaya müdahalesi temeline dayanan bir dizi yapay etgen, erozyonu bir afet niteliğine dönüştürmektedir.
Türkiye kara yüzeyinin %90'ında çeşitli şiddetlerde erozyon cereyan etmektedir. Arazinin %63'ü çok şiddetli ve şiddetli, %20'si ise orta şiddetli, % 7'si ise hafif şiddetli erzyonla karşı karşıyadır. Ülke genelinde yaklaşık 67 milyon hektarlık bir arazide toprak giderek yok olmaktadır. Erozyon büyük ölçüde tarım alanlarında yaşanmaktadır.
İşlenen tarım alanların %75'inde (yaklaşık 20 milyon Ha) yoğun erozyon görülmektedir. Diğer bir anlatımla Türkiye tarım alanlarının ancak 5.0 milyon hektarlık bölümünde erozyon yoktur. Su ve rüzgar erozyonu tüm ülke topraklarının %86.5'inde cereyan etmekte, rüzgar erozyonu 506 bin hektarlık bir yayılımla daha çok kural iklime sahip olan Konya ve dolaylarında görülmektedir.
Türkiye'de akarsularla birlikte alandan taşınan toprak, ABD'nin 7, Avrupa'nın 17 ve Afrika'nın 22 katı daha fazla düzeydedir. Fırat Nehri, yılda 108 milyon ton, Yeşilırmak 55 milyon ton toprak taşımaktadır. Her yıl Keban barajı'na 32 milyon, Karakaya Barajı'na 31 milyon ton toprak birikmektedir. Erozyonla yılda 90 milyon ton bitki besin maddesi toprak birlikte yitirilmektedir. Her yıl tarım alanlarından 500 milyon ton, tüm ülke yüzeyinden 1,4 milyar ton verimli üst toprak, erozyonla kaybedilmektedir. Kaybedilen bu topraklar, 25 cm kalınlığında, yaklaşık 400 bin hektar genişliğinde bir araziye eşdeğerdir.
Amaç dışı arazi kullanımı, hatalı tarım teknikleri, kent, sanayi, ulaşım ve benzeri yatırımların yanlış konumlanması süreci ise erozyonun hızını arttırdı. Afet nitelikli erozyon yetmezmiş gibi, tarım arazileri, özellikle de verimli tarım arazileri, tarım dışı kullanımlarla açık bir saldırı ve talanla karşı karşıya. 1978-1996 yıllarında amaç dışı tarım toprağı %33 artmış ve betonlaşarak elden çıkan verimli tarım toprağı 600 bin hektara, yani verimli alanların yaklaşık onda birine yaklaşmıştır.
TEMA
Erzurum'da kurtarılmaya çalışılan vaşak öldü
Erzurum’un Pazaryolu ilçesinde önceki gün yaralı bulunarak hayvan barınağına getirilen Vaşak, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Erzurum Güncel- Erzurum’un Pazaryolu ilçesinde önceki gün avcalar tarafından vurulan ve yaralı bulunarak hayvan barınağına getirilen Vaşak, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Dünya’da nesli tükenmekte olan hayvanlardan Vaşak, önceki gün Pazaryolu ilçesinde ağaçta yaralı bir halde görüldü. Yaralı Vaşak uzun uğraşlar sonucunda ağaçtan indirilerek tedavi edilmesi için Erzurum’daki Büyükşehir Belediyesi Hayvan Barınağı’na gönderildi. Büyükşehir Belediyesi’ne ait Hayvan Barınağı’nda veteriner hekimler tarafından ameliyat edilmesine rağmen Vaşak kurtarılamadı. Hekimler, Vaşak’ın mermi nedeniyle kanına zehir bulaştığını bu yüzden müdahale edilmekte geç kalındığını söyledi.
Nesli tükenmekte olan Vaşakların avlanmasına tepki gösteren vatandaşlar, nesli tükenen hayvanların korunması için bir alan oluşturulması talebinde bulundu.
24 Mart 2011 www.25haber.com ›
Nesli tükenmekte olan canlılardan bazıları
Akdeniz foku (Monachus monachus), fokgiller (Phocidae) familyasından yeryüzünde sadece doğu Akdeniz sahilleri ile Batı Afrika'nın bir tek sahilinde yaşayan fok türü. Yeryüzündeki toplam 34 yüzgeçayaklı fok türünden Karayip Keşiş foku, en son 1952 yılında görülmek kaydı ile yeryüzünden yok olmuştur. Dolayısıyla dünyada şu anda 33 yüzgeçayak türü vardır.
Anadolu parsı, Orta Doğu ve Batı Asya'da yaygın olan İran leoparının (Panthera pardus saxicolor) Anadolu'da 1980'lere kadar yaşamış olan bir ırkıdır. Uzun süre ayrı bir pars alt türü olarak kabul edilmiş ve Panthera pardus tulliana adı verilmiş, ancak modern genetik araştırmaların bu türün diğer batı ve orta Asya pars türlerinden genetik olarak çok az farklılık gösterdiğini kanıtlaması üzerine İran parsı alt türleine eklenmesi görüşü hakim olmuştur.
Anadolu parsının Anadolu'da hâlâ yaşadığı iddia edilmesi günümüze kadar sürmekte olsa da hatta bazı kişiler Antalya civarında kendilerine saldırdığını iddia etse de, Anadolu'da varlığı 1974 yılından bu yana güvenilir şekilde kanıtlanamamıştır. Bundan dolayı en son bireyin 1974'de Beypazarı'nda vurulduğu kabul edilmektedir.
Sini kaplumbağası (Caretta caretta), denizlerde yaşar. Yumurtlamak haricinde karaya hiç çıkmaz. Sırt tarafı kırmızımsı kahverengi alt tarafı ise beyazımsı açık sarı renklidir. Bacakları yüzmeye yarayacak biçimde kürek biçimi almıştır ve dış kenarlarında en fazla 2 tırnak bulunur. Oksijeni havadan almasına rağmen uzun süre su altında kalabilir. Yumurtalarını gece kumsallarda açtıkları çukurlara gömerler. Bir defasında 100 yumurta bırakabilir (162'ye kadar tespit edilmiştir). Yavrular 2 aylık kuluçka döneminden sonra gece vakti yumurtadan çıkarak denize giderler.
Akdeniz sahillerine yayılmıştır. En önemli yumurtlama bölgeleri Belek, Anamur, Köyceğiz, Dalyan sahilleridir. Belek kıyıları, Caretta caretta'ların Akdeniz'deki ikinci (Yunanistan'ın Zakintos adasının ardından) ve Türkiye'nin en büyük yumurtlama alanıdır. 2006 yılı içinde Belek'te ise 1000 civarında, Anamur'da 2007 yılında 1040 adet yuva tespit edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Kabuk boyları 1 metre kadar büyüyebilir. Balıklar, kabuklular ve su canlıları (özellikle deniz anaları) ile beslenir.
Yaklaşık 106 milyon yıldır yeryüzünde olduklarını düşünülmektedir. İnsanoğlunun yerleşme ve çoğalma kapasitesi yüzünden bugün sayıları giderek azalmaktadır. Nesli tükenme tehlikesi altında olduğu için koruma altındadır.
Dünyada sadece Türkiye'de (Birecik/ Urfa) ve Fas'da koruma altında az sayıda bulunmaktadırlar. Dünya popülasyonları yaklaşık 500 bireydir. Türün doğal yaşam alanı Alpler'den Kızıldeniz'e, Fas'dan Güneydoğu Anadoluya kadar uzanan geniş bir coğrafyadır. Yanlış tarım politikaları sonucunda kurutulan sulak alanlar ve böcek öldürmek için tarlalarda kullanılan ağır kimyasallar (Özellikle DTT) bu kuşun neslini tükenmenin eşiğine getirmiştir.
Goriller sadece Afrika'da yaşarlar. Dağ gorillerinin başında uzun bir saç perçemi bulunur. Ova gorillerinde bu yoktur. Gorillerin nesli, kaçak avcılar yüzünden tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dağ gorilinin nesli tükenmek üzere olup sadece Ruanda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Uganda'da yaşar. Doğada sadece 280-300 dağ gorili kalmıştır. Ova gorili ise, Kongo, Gabon, Kamerun, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyetinde yaşar. Ova gorilinden ise doğada 15.000-30.000 adet kalmıştır. Rakamlar tahminidir.
Dev panda, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) için ayrı bir anlam taşır, çünkü bu sevimli hayvan 1961 yılından beri vakfın sembolü. Dev panda ayrıca anavatanı olan Çin’in de milli amblemi. Siyah-beyaz kürküyle dikkat çeken dev pandaların boyu yaklaşık 1,5 metre, ağırlığı ise 100-150 kg arasındadır. Bambu ormanlarında yaşayan dev pandalar, günde 12-38 kg kadar bambu ağacı yiyerek hayatta kalır.
Dev panda Çin’in Yangtze Havzası’ndaki bambu ormanlarında yaşar. Bu havza, biyoçeşitlilik açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Burada nesli tehlike altında olan pek çok hayvan ve bitki türü barınır. Bu açıdan Yangtze Havzası’nın mutlaka korunması gerekiyor.
Kutup ayısı (Ursus maritimus), 2006 yılında hassas türden tehlike altındaki tür kategorisine geçti. Kutup bölgesindeki buzulların erimesiyle yaşam alanı tehlike altına girmiştir. Tahminlere göre kutup bölgesindeki bu durum değişmezse önümüzdeki 45 yıl içinde türde yüzde 30'luk bir azalma olacak ve sonunda da tümüyle yok olacak. Yapılan ölçümler buzulların yüzölçümünün önümüzdeki yüzyıl içinde en az yarı yarıya azalacağını, hatta tümden yok olabileceğini ortaya koyuyor.
Kutup ayıları öylesine güçlü yüzücüler ki, dirimbilimcilerin büyük bir bölümü bunların karadan çok denizde yaşayan canlılar kapsamında ele alınmaları gerektiğine inanıyor. Ne var ki, küresel ısınma Kuzey Kutbu’ndaki buzulları erittikçe bu hayvanların büyük bir çoğunluğu açlıktan ölecek ya da sularda boğulup yok olacak.
nesilsizcanlılar
Ekosistemlerdeki canlı çeşitliliği ve iklim özellikleri
Kara ekosistemlerinin bitki örtüsü, büyük iklim kuşaklarına göre, yerkürenin biyom olarak adlandırılan bitki oluşumlarıysa enlemlere göre dağılır. Mesela Kuzey yarıkürede buzul bölgesini tundra izleri; güneye gidildikçe tayga ve daha sonrada tropikal ormanlar gelir. Bu kuşakların dışında, farklı yüksekliklerde farklı kuşakları barındırır. Yükseldikçe, sınırları bölgelere göre değişiklik gösteren bitki örtüsü katları birbirini izler.
İnsanlar yeryüzünün doğal bitki örtüsünü büyük ölçüde etkiler. İnsan etkinlikleri tarımsal alanların oluşmasına katkıda bulunur. Tarım ve hayvancılık yapılan bölgeler, tarım ekosistemleri olarak adlandırılan basitleştirilmiş ve biyolojik çeşitliliği azaltılmış ekosistemlere dönüşmüştür. Bu ekosistemlerin çalışması bütünüyle dışarıdan enerji veya malzeme katkısına (toprağın işlenmesi gübre ve pestisitler gibi) bağlıdır.
Kara ekosistemlerinin çalışması büyük ölçüde iklim tarafından yönlendirilir; Zaten iklim bitki örtüsünün yaşam süresini de belirler. Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe birincil ve ikinci üretkenlik düzeylerinde ciddi bir düşüş gözlenir. Tundralarda hüküm süren sert iklim koşulları, toprağın çok uzun süre (9-10 ayı) su dolaşımını engelleyecek biçimde donmasıyla kendini gösterir. Buradaki bitkisel oluşumlar (bodur bitkiler, ağaç yokluğu) donar ve rüzgara uyum sağlamıştır ve bölgenin faunası fakirdir.
Buna karşılık, tropikal kuşaktaki ormanlar yıl boyunca fazla değişmeyen, çok uygun iklim koşullarından yararlanır. Biyolojik etkinliğin aralıksız sürmesi sayesinde bu kuşakta birinci üretkenlik en üst düzeydedir ve minarelerin yeniden çevrime girme hızı çok yüksektir. Bitki oluşumlarının ve hayvanların inanılmaz çeşitliliği, bu ortamlarda karmaşık zincirlerinin gelişmesini sağlar. Öte yandan göl ve gölet kıyıları, turbalıklar gibi kıtalar içlerindeki nemli bölgeler, insanın baskısı sonucu, önemini kaybetmiştir. Oysa gerçekte bu yöreler,biyolojik çeşitliliği yüksek, çok sayıda türün varlığını sürdürmesi açısından birincil öneme sahip bölgelerdir.
Bir su ekosistemi, en küçük su birikintisinden okyanusa kadar değişen ortamlardaki karşılıklı ilişkileri kapsar. Ortamların farklılığına karşın, suyun canlılar üzerindeki etkisi bu ekosistemde yaşayan canlılarda benzer özellikler yaratmıştır. Hem su, hem çok daha karmaşık yaşam biçimlerinin gözlendiği kara ekosistemlerini tek tek incelemek olanaksızdır. Bu sistemlerin topluca incelenmesi ise birçok önemli ayrıntının, fiziksel ve kimyasal bileşenlerin canlıların değişik çevrelerin özelliklerine göre geliştirdiği uyum biçimlerinin, enerji akışı ve besin çevriminde ortaya çıkan özelliklerin göz ardı edilmesine yol açar. Bu nedenle canlıların yaşadığı çevreler belli tipler altında toplanarak incelenir. Genellikle su ekosistemleri deniz suyu ve tatlı su (ya da denizler ve iç denizler) olarak ayrılabilir. İç sularda kendi içinde durgun sular (göller) ve akarsular olmak üzere iki alt bölüme ayrılır.
Farklı ekosistemlerde bulunabilecek canlılar
Kutuplar canlılar açısından zorlu ekosistemlerdir. Burada yaşayabilmek için karda batmama, vücudunda yağ depolama, kış uykusuna yatma gibi özelliklere sahip olmak gerekir. Ayrıca kutuplarda tüy rengi beyaz, kulaklar ve kuyruk kısadır. Kutuplarda penguenler, kutup ayıları, kutup tilkileri, fok balıkları vb. canlılar yaşar.
Orman ekosistemleri canlılar için elverişli bölgelerdir. Buralar hem besin hem de barınma açısından oldukça uygundur. Ormanlarda yeşil bitkiler, fareler, yılanlar, ayılar, kuşlar vb. bir sürü canlı yaşar. Dikkat edileceği gibi ayılar ormanlarda koyu renk kürke sahiptir.
Besin ağı
Besin zinciri, canlılar topluluğundaki organizmaların beslenme alışkanlıklarını yansıtan kavramdır.
Bitkilerin ve öbür kendi beslek organizmaların besine dönüştürdükleri enerjinin organizmadan organizmaya geçişini dile getiren besin zinciri, en yalın biçimiyle bir bitki, bir otçul hayvan ve bir etçil hayvandan oluşan bir dizi olarak düşünülebilir. Zincirin her öğesi bir halkayı simgeler ve üretken bitkiler ya da tüketici hayvanlar sınıflarına ayrılır. Bitkilerle beslenen otçullar birincil tüketici, bunları yiyerek beslenen etçillerse ikincil tüketici diye adlandırılır.
Tüm canlılar yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmek için enerjiye ihtiyaç duyarlar. Günlük yaşamda yapılan her şey için insanlar enerji kullanır. Her canlı gereksinimi olan enerjiyi besinlerden sağlarlar. Bu nedenle bütün canlılar beslenmek zorundadır.Koyun,keçi,inek,at gibi hayvanlar ot yiyerek beslenir. Bu canlılara ot yiyenler otoburlar denir. Aslan,kaplan,tilki,atmaca gibi hayvanlar diğer hayvanları yiyerek beslenir. Bunlarada et yiyenler etoburlar denir.
İç içe geçmiş besin zincirlerinin tümüne besin ağı denir. Bir besin zincirinde birden çok sayıda besin zinciri bulunur. Besin ağında yeşil bitkiler önemli bir rol oynar. Yeşil bitkiler güneş ışığını kullanrak besin ve oksijen üretir.
Bir besin ağında tüm basamaklar çok önemlidir.Örneğin ot-fare-yılan-atmaca örneğini ele alacak olursak fareler azaldığında fare ile beslenen yılanlar ölür. Yılanlar öldüğünde yılan ile beslenen atmacalar ölür. Bitkiler ilk etapta artsa da fotosentez için gerekli karbondioksiti bulamayacakları için onlar da ölürler...
Ekosistemlerle ilgili anahtar kavramlar
"Tür", 'ortak özellikler taşıyan, aynı veya yakın gen havuzunda bulunan biyolojik gruptur.' Tek bir fare türü temsil eder.
Populasyon; belli bir bölgede belli bir zaman içinde yaşayan ve karşılıklı ilişkiler içinde bulunan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluklara denir.Birden fazla fare populasyonu temsil eder.
Habitat, bir organizmanın yaşadığı ve geliştiği yer. Bu yer, fiziksel bir bölge, yeryüzünün özel bir parçası, hava, toprak ya da su olabilir. Habitat, bir okyanus ya da bir çayırlık kadar büyük olabileceği gibi, çürümüş bir ağaç kütüğünün altı ya da bir böceğin bağırsağı kadar küçük de olabilir. Bununla beraber, her zaman tanımlanabilen ve fiziksel olarak sınırlı bir bölgedir. Birden fazla hayvan ya da bitki özel bir habitatta yaşayabilir.Develerin ortamı çöller balıkların ise denizdir.Resimdeki farenin habitatı ise yaşadığı tarladır.
Ekosistem, belirli bir alanda bulunan canlılar ile bunları saran cansız çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden ekolojik sistemlere ekosistem denir.Resimdeki ekosistemde canlılar ile beraber hava, toprak ve su gibi cansız faktörler de bulunur. Ayrıca ayrıştırıcıları da unutmamak gerekir.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

















